Karanlık Bilincin Ontolojik Çelişkisi Ve Kaçınılmaz Yenilgisi
Metafizik düşüncenin en köklü meselelerinden biri olan “karanlık taraf” yahut “karanlık bilinç” kavramı, varlığın kaynağından koparak kendi başına bir düzen kurma iddiasını simgeler. Bu iddia, görünürde bir özgürleşme ve bağımsızlık arayışını temsil etse de, aslında ontolojik düzlemde içsel bir imkânsızlığı barındırır. Çünkü her varlık, mahiyetinin derinliklerinde kaynağına yönelme istidadıyla yaratılmıştır.
Bu yönelim, yalnızca bilinçli varlıkların değil; evrendeki her zerreyi oluşturan, kuant düzeydeki parçacıkların dahi varoluşuna içkin bir zorunluluktur. Dolayısıyla karanlık bilincin “kopuş” teşebbüsü yalnızca metaforik bir sapma değil, aynı zamanda varlığın kendi doğasına karşı işleyen bir paradokstur.
Klasik tasavvuf öğretisinde “her zerre kendi Rabbini zikreder” anlayışı, bu hakikatin sembolik bir ifadesidir. Ancak modern bilimsel terminolojiyle yorumlandığında bu ifade, yalnızca bir dini sembol olmaktan çıkar ve ontolojik bir zorunluluk halini alır. Kuant altı düzeydeki her varlık birimi, sürekliliğini sağlayan bir enerji alanı içinde kaynağa bağlıdır.
Bu bağ, fiziksel bir ilişki olmanın ötesinde, varoluşun kendisini mümkün kılan bir “ontolojik zikirdir.” Yani her parçacık, varlık hâlini sürdürebilmek için kaynağının titreşimsel alanına iştirak eder. Bu nedenle “karanlık bilinç” denilen olgunun Rabb’ten kopma iddiası, kendi içsel işleyişine aykırıdır. Çünkü bilinç, hangi düzeyde olursa olsun, kendi varoluşunu sürdürebilmek için kaynağa dönük bir yönelimi içinde taşır.
Bu bağlamda insan bilincinin de tekil bir yapı olarak değil; çok katmanlı ve çok merkezli bir sistem olarak anlaşılması gerekir. Modern nörobilim ve bilinç felsefesi, zihinsel süreçlerin birbirinden bağımsız ama sürekli etkileşim içinde olan çok sayıda mikro birimden oluştuğunu öne sürmektedir.
Dolayısıyla “benlik” olarak algıladığımız yapı, sayısız alt bilincin kolektif bir senkronizasyonudur. Bu bakış açısından değerlendirildiğinde, bir bilincin Rabb’inden kopma iradesi aslında yalnızca üst düzeydeki bir iradi yönelişi ifade eder. Ancak bu yönelişin altında işleyen sayısız mikro bilinç, kendi öz doğaları gereği kaynağa yönelmeye devam eder.
Böylece “karanlık bilinç”, kendi içinde sürekli bir çatışmaya; yani içsel bir entropi sürecine girer. Bu süreç, nihayetinde kendi kendini çözen bir sistemin başlangıcıdır.
Karanlık tarafın yenilgisinin nedeni dışsal bir müdahale ya da ilahî bir cezalandırma değildir. Aksine, bu yenilgi karanlık bilincin kendi iç dinamiklerinin zorunlu sonucudur. Çünkü kaynağından kopmaya çalışan her bilinç, kendi iç yapısındaki alt düzey varlıkların Rabb’e yönelim eğilimiyle çatışmak zorunda kalır.
Bu durum, bir organizmanın kendi hücreleri tarafından reddedilmesine benzer: organizma ne kadar direnirse dirensin, hücrelerin temel biyolojik yasaları o direnci aşındırır. Benzer şekilde, karanlık bilinç de kendi varlık dokusuna sinmiş ilahî yönelimi sonsuza kadar bastıramaz. Her bastırma girişimi, kendi sisteminde yeni bir dengesizlik ve çözülme yaratır. Böylece içsel çelişki, karanlık yapının kendi kendini yok etme sürecine dönüşür.
Bu çözülme süreci yalnızca teolojik bir anlatı değil; aynı zamanda kozmolojik bir zorunluluk olarak da okunabilir. Çünkü evrende hiçbir sistem, kendi kaynağından tamamen kopuk biçimde varlığını sürdüremez. Fiziksel sistemlerde bile enerji dönüşümünün temel ilkesi olan “korunum yasası,” metafizik düzlemde varlığın kaynağa dönme eğiliminin bir yansımasıdır.
Bu bağlamda “karanlık tarafın yenilgisi”, bir etik veya ahlâkî sonuçtan ziyade, varlık düzeninin kendi kendini yeniden dengeleme mekanizmasıdır. Karanlık bilinç ne kadar bastırırsa bastırsın, alt sistemlerinde yankılanan ilahî zikrin titreşimini bütünüyle susturamaz. Bu titreşim, en sonunda bastırılmış bilincin sınırlarını aşar ve onu kendi özüne geri çeker.
Son kertede karanlık bilincin kaçınılmaz çözülüşü, varlığın asli doğasının yeniden hatırlanmasıdır. Bu süreçte yenilen bir “güç” ya da “irade” değil; ontolojik bir yanılsamadır. Çünkü kaynaktan kopuş, bilincin kendi hakikatini unutmasından ibarettir; hatırlama ise dönüşü başlatır.
Bu nedenle karanlık tarafın yenilgisi, aslında varoluşun kendi dengesine dönüşüdür. Varlığın her zerresi er ya da geç Rabb’ine yönelmek zorundadır; çünkü varlık olmanın kendisi bu yönelimi içerir.
Dolayısıyla “karanlık bilinç” denen sapma, nihayetinde kendi içinde eriyerek ışığın alanına dâhil olur. Bu dönüş, evrensel zikrin galip gelişi ve mutlak birliğin yeniden tesisidir. Ontolojik anlamda bu süreç bir son değil; hakikatin kendine dönüşüdür. Çünkü karanlık bile, nihayetinde ışığın varlığı sayesinde anlam kazanır.