
Kaderini Aşan, Özgürce Kendi Gerçekliğini Yaratan İnsan
İnsanın varoluş deneyimi yalnızca biyolojik ya da toplumsal koşullarla sınırlı değildir. Ruhsal ve bilişsel derinlik, bireyin kendi yaşamını yaratma kudretini ortaya koyar. İnsan, özgür iradesi sayesinde yaşamının rotasını belirleyebilen; kader kavramını aşarak kendi gerçekliğini inşa eden bir varlıktır.
Kaldı ki “Yeryüzünün Halifesi” seçilmiş bu üstün potansiyelli varlık için, tercihleri doğrultusundaki akıbet ne bedel ne de ödüldür — sadece hak ediştir.
Kaderin Reddi ve Özgür İrade
Doğumla birlikte bireye değiştirilemez bir kaderin yazıldığı düşüncesi, insanın öz doğasına aykırıdır. Kader, sabit bir yazgı değil; olasılıklar alanıdır.
İnsanın yaşam planı Akaşik kayıtlardan, karmik ya da ata bağlantılı kalıplardan türeyebilir; fakat bunlar taşlaşmış şemalar değildir.
Birey, “gemi kaptanı” gibi yaşam yolculuğunu yönlendirme özgürlüğüne sahiptir. Bu anlayış, determinizmin ötesinde, özgür iradeyi merkeze alan bir varoluş felsefesine işaret eder.
Öz ve Yüksek Benlik İlişkisi
İnsanın fiziksel doğumundan kısa bir süre önce, orijinal Ruh Varlığı’ndan ayrılan “öz” (self), yeni bir bilinç çekirdeği olarak dünyaya gelir. Bu bilinç, geçmiş anılardan arınmış bir işlemci gibidir.
Başlangıçta kendi kudretinin farkında olmayan öz, zamanla çevresiyle etkileşime girerek kendi gerçekliğini kurar.
Yüksek Benlik ve İlahi olanla bağlantı, sezgiler, rüyalar ve vizyonlar aracılığıyla sürer. Ancak kararların başat aktörü özün kendisidir.
Doğum sonrası süreçte çevresel uyaranlar artar; görsel, işitsel ve dokunsal etkenler özün dikkatini dağıtır. Ego devreye girdiğinde birey korku, öfke ve kaygı gibi duygularla ayrışmaya başlar. Böylelikle öz, kendi yaratıcı gücünü unutur.
Bu, insanlık tarihindeki ilk büyük kırılmadır: Zihin ile el ele veren egonun yaşam süreçlerine hâkim olması…
Çekim Yasası ve Enerji Alanı
“Çekim Yasası”na göre her düşünce, kendine eş titreşimde bir enerjiyi çeker. Pozitif düşünce pozitif enerjiyi; negatif düşünce ise negatif enerjiyi çağırır.
Bu bağlamda korku ve umutsuzluk bireyi yıkıma sürüklerken, inanç ve sevgi başarı ve tatmin getirir.
Psikoloji (özellikle pozitif psikoloji ve bilişsel davranışçı yaklaşımlar) ile kuantum metafiziği de bu görüşle paralellik taşır.
Kısaca formülleştirirsek: “Benzer benzeri çeker.”
İnsanın arzularını somutlaştırabilmesi için üç temel koşul vardır:
Öz güven ve kararlılık: Kendi gücünün farkına varmak ve onu kullanmak.
İlahi doğaya iman: İnsanın Tanrı’nın bir parçası olduğuna inanmak.
Olumlu duygu hâli: Korku, şüphe ve öfkeyi reddetmek.
Bu üçlü birleşim, “öz farkındalık ilkesi”nin temelini oluşturur. Evren, bu ilkeye uygun hareket eden bireye karşılık verir; arzularını gerçekleştirme yönünde işlev görür. Yani evren, yasalarını kişinin emeği ve niyeti doğrultusunda işletir.
Bilinç ve Yaratım Gücü
Ölüme yakın deneyimlerden (NDE) biri olan Simon’un hikâyesi dikkat çekicidir.
Son evre kanser hastası olan Simon, komaya girdiği sırada koşulsuz sevgiyle kuşatıldığı başka bir boyuta geçtiğini anlatır. Bu süreçte yaşamının amacını, hastalığının nedenlerini ve varoluşun işleyişini kavradığını ifade eder.
Yaşama dönmeyi seçtiğinde fiziksel bedeni mucizevi biçimde iyileşir.
Bu vaka, insanın bilinç gücünün ve yaratıcı enerjisinin somut bir göstergesidir. Çünkü çoğu zaman, farkında olmadan hastalıklarımızı bile biz yaratırız.
Sonuç
İster felsefi, ister psikolojik, isterse spiritüel açıdan ele alınsın: İnsan, kendi gerçekliğinin mimarıdır.
Doğumla birlikte belirli eğilim alanlarına girebilir; ancak bir kader çizgisine mahkûm değildir.
Özgür iradesiyle yaşamını şekillendirebilir; Yüksek Benlik ile bağ kurduğunda, egoyu ve korkuyu aştığında, çekim yasasını bilinçli biçimde kullandığında “öz farkındalık ilkesi”ni gerçekleştirir.
Böylece yaşam, sevgi temelli, yaratıcı ve tatmin edici bir deneyime dönüşür.
Simon’un deneyimi gibi örnekler, insan bilincinin yalnızca teorik değil, pratik düzeyde de etkili olabileceğini gösterir.
Bu yüzden diyoruz ki:
Korkuyu değil sevgiyi, şüpheyi değil inancı, egoyu değil yüksek benliği rehber edinelim.